Allah'ın Maddeyi Varmış Gibi Gösterme Sanatı

Allah evreni mükemmel bir düzenle yaratmıştır. Dünyayı ve içindeki her detayı da, bakıldığında güzelliğine hayran olunacak şekilde kusursuz sanatıyla yaratmıştır. Biz bu kusursuzluğun beynimizdeki görüntüsünü görürüz. Dışarıda maddenin aslı vardır fakat biz ancak Allah'ın beynimizde yarattığı görüntüsüyle muhattap oluruz. Teknik olarak tüm dünya bu gerçeği bilir ancak Allah görüntüyü o kadar gerçekçi yaratmıştır ki insanlar herşeyin görüntü olduğunu unuturlar. Ama iman edenler Allah'ın ayettte bildirdiği 'Onları siz öldürmediniz, ama onları Allah öldürdü; attığın zaman sen atmadın, ama Allah attı. Mü'minleri Kendinden güzel bir imtihanla imtihan etmek için (yaptı)...' ( Enfal Suresi, 17) ayetinin bir gereği olarak Allah'ın herşeyi sarıp kuşattığını ve herşeyin, Allah'ın yarattığı bir görüntü olduğunu hiç akıllarından çıkarmazlar.

Bilim adamları, son teknolojinin tüm imkanlarından faydalanarak televizyonu ve görüntü sistemlerini üretmişlerdir. Her türlü araştırma, deney ve gelişime rağmen Allah'ın bize gösterdiği kadar net bir görüntü elde edememişlerdir. Allah'ın yarattığı görüntüde hiç kayma olmaz, netlik bozulmaz, karıncalanma, bulanıklık olmaz. Hatta görüntünün gerçekliğine bizi inandıran hisleri de Allah beraberinde yaratır. Dokunuruz, tadarız, koklarız, zevk alıp mutlu oluruz, yoruluruz. Bu hislerin oluşmasının sebebinin madde olamayacağı açıktır. Maddenin aslına ulaşamadığımız halde Allah'ın bize bu hisleri yaşatması ruhun da varlığının ispatıdır.

Allah samimi iman edenleri ortaya çıkarmak için dünyada bir imtihan ortamı yaratmıştır. Fakat Allah'ın maddeyi gerçekten varmış gibi göstermesi, bir çok insanı yanılgıya düşürmektedir. Bu insanlar bu sebeple dünyaya dalıp Allah'ı unuturlar. İşte samimi iman edenler bu noktada ortaya çıkar. Çünkü iman edenler için herşeyin Allah'ın zihinde yarattığı bir görüntüden ibaret olduğunu bilmek onları Allah'a daha yakınlaştırır. Bu ilimle Allah korkuları, Allah'ın aklını, sanatını kavrayışları dolayısıyla Allah'a yakınlıkları çok artar. Allah inkar edenlerin yanılgılarını bir ayetinde şöyle bildirmiştir:

İnkar edenler ise; onların amelleri dümdüz bir arazideki seraba benzer; susayan onu bir su sanır. Nihayet ona ulaştığında bir şey bulamaz ve yanında Allah'ı bulur. (Allah da) Onun hesabını tam olarak verir. Allah, hesabı çok seri görendir. (Nur Suresi, 39)

18 Nisan 2010 Pazar

Materyalizmin Yıkılışı ve Din Ahlakına Yöneliş

Materyalizmin Yıkılışı ve Din Ahlakına YönelişTarihin bazı dönüm noktaları vardır. Bu dönüm noktaları, daha önce var olan sosyal yapıları değiştirir ve yeni yapılar oluştururlar. Bu dönüm noktalarının biri, 18. yüzyılda Avrupa'da gelişen ve adına "Aydınlanma" denen fikir akımıydı. Bu akımla birlikte gelecek dönemlerde yaşanacak olan manevi çöküşün temelleri atılıyordu. Aydınlanma fikrini savunanların ortak özelliği, din ahlakına şiddetle karşı çıkmalarıydı. İnsanların din ahlakına göre değil, sadece kendi mantıklarına göre yaşamaları gerektiği gibi batıl bir düşünceyi savunuyorlardı. İnsan aklının sözde, vahiyden daha önemli bir yol gösterici olduğunu zannediyorlardı. Ne kadar büyük bir yanılgı içinde oldukları ise, bir süre sonra delilleri ile görülmeye başlandı.

Tahmin edilebileceği gibi, Aydınlanma'nın temel dayanağı ateizmdi. Aydınlanmacıların din ahlakına karşı çıkmalarının temelinde, Allah'ın varlığını kabul etmemeleri yatıyordu. Aydınlanma fikri 19. yüzyılda daha da gelişti. Bu felsefenin tam bir egemenlik sağlaması için, öncelikle bilime egemen olması gerekiyordu. İnkarcı bir ideoloji olan materyalist felsefe bilime empoze edildi. Laplace bu felsefeyi uzaya uyarladı. Charles Darwin aynı işi doğabilimleri alanında yaptı ve evrim teorisini ortaya attı.

19. yüzyılın sonlarında, ateistler, kendilerince herşeyi açıkladığını sandıkları bir “dünya görüşü” oluşturmuşlardı: Evrenin yaratıldığı gerçeğini inkar ediyor, buna karşı “evren sonsuzdan beri vardır, başlangıcı yoktur” yanılgısını savunuyorlardı. Evrendeki düzen ve dengenin sözde tesadüflerin sonucu olduğunu ileri sürüyor, kainatta hiçbir amaç bulunmadığını iddia ediyorlardı. Canlıların ve insanın nasıl var olduğu sorusunun ise Darwinizm tarafından açıklandığını sanıyorlardı. Tarih ve sosyolojinin Marx ve Durkheim, psikolojinin ise Freud tarafından ateist temellerde açıklandığını zannediyorlardı. Oysa, bunların hiçbiri gerçeği yansıtmıyordu ve 20. yüzyılda hiç beklemedikleri bir şey oldu.

Materyalist Teorinin Yıkılışı

Geliştirdikleri materyalist teori ve modellerin her biri, 20. yüzyıldaki bilimsel, siyasi ve toplumsal gelişmelerle yıkıldı. Astronomiden biyolojiye, psikolojiden toplumsal ahlaka kadar pek çok farklı alandaki bulgu, tespit ve sonuçlar, ateizmin tüm varsayımlarını temelinden çökertti.

Bir sosyalbilimci olan George Weigel, The Desecularization of the World (Dünyanın Sekülerlikten Çıkması) adlı kitabının girişinde şunu şöylüyor:

"Bugün dünya, daha önce de olduğu gibi son derece dindardır, hatta eskiye göre daha bile dindardır".

Buna vesile olan bilimsel gelişmelerin, hep aynı dönemde, yani 1970’lerin ikinci yarısından itibaren başlamış olması ise oldukça dikkat çekici bir durumdur. Evrenin bir Yaratıcısı olduğu gerçeğini vurgulayan astronomik deliller, ilk kez 70’lerin ortasında güçlü bir şekilde ileri sürülmüştür. Darwinizm’e yönelik bilimsel eleştirilerin bilim dünyası içinde yüksek sesle dile getirilmesi, yine 70’lerin sonlarında başlamış bir süreçtir.

Aynı dönemde sadece bilim alanında değil, felsefe, toplum, siyaset, sanat gibi farklı alanlarda yaşanan pek çok gelişme de, ateizmi ve ona dayanan seküler dünya görüşünü inişe geçirmiştir. Komünizm veya faşizm gibi din dışı ideolojilerin çökmesi, insanlara sahte mutluluklar vaad eden ve kendilerince din ahlakına alternatif olma çabasındaki bu gibi modellerin aldatıcı olduğunu pek çok insana gösterdi. 68 kuşağı ile sembolleşen hümanist felsefe ve hippi rüyası da boş çıktı.

ABD ile Sovyetler Birliği arasındaki Soğuk Savaşın bitimi, dünyayı ideolojilere göre tarif eden yapay dönemin de bittiğini gösteriyordu. Soğuk Savaşın ardından ortaya çıkan yeni dünyada, dinler en önemli kimlikler haline geldiler.

Din Ahlakına Yöneliş Artıyor

Bu dönüşümün çok hızlı olduğuna dikkat etmek gerekir. Bundan 20 yıl önce, İslam dünyasından, Ortodoks dünyasından veya Hristiyan medeniyetinden söz etmek mümkün değildi, çünkü bu medeniyetler Soğuk Savaşın yapay ideolojik kamplarına bölünmüşlerdi. Bugün ise bu medeniyetler belirleyici duruma gelmişlerdir. Bu durum, medeniyetler arasında dostluğun ve kardeşliğin inşa edilmesi için çok değerli bir fırsattır. Ve Allah'ın izniyle, söz konusu barış ve dostluk ortamının öncüsü samimi olarak iman eden, Kuran ahlakını yaşayan ve Peygamber Efendimiz (sav)'in sünnetini izleyen Müslümanlar olacaktır.
Din ahlakına yönelişin her geçen gün daha da arttığı açık bir gerçektir. Princeton Üniversitesi'nden Robert Wuthnow şöyle der:

"Din ahlakının artık önemini yitirdiği yönündeki yanlış inanç hala yaşamaktadır, özellikle de kendilerini din ahlakından çok uzak olarak gören üniversite çevresinde. (Ama gerçekte) din ahlakı sadece yaşamakla kalmamıştır, aksine daha da gelişip güçlenmektedir.''

Ve bu durum bizlere tarihin önemli bir dönüm noktasında olduğumuzu açıkça gösterir. Din ahlakına karşı asırlardır yürütülen organize mücadele boşa çıkmıştır. Din ahlakına karşı yapılan mücadelenin başarısızlığını Allah kaderde belirlemiştir. Bir Kuran ayetinde Allah şöyle buyurur:

“Ağızlarıyla Allah'ın nurunu söndürmek istiyorlar. Oysa kâfirler istemese de Allah, Kendi nurunu tamamlamaktan başkasını istemiyor.” (Tevbe Suresi, 32)

Materyalizmin Yanılgısının Ardından: Bilim ve Dinin Uyumu

Materyalizmin Yanılgısının Ardından: Bilim ve Dinin UyumuMateryalizm; yalnızca maddenin varlığını kabul eden, Allah'ın ve ruhun varlığını reddeden felsefi bir görüştür. Hiçbir bilimsel dayanağı olmayan bu felsefe, 20. yüzyıldaki bir dizi bilimsel bulgu (örneğin evrenin yoktan yaratıldığını ortaya koyan Big Bang teorisi veya Darwinizm'in geçersizliğini gösteren kanıtlar) karşısında büyük bir bilimsel yenilgiye uğradı. Bu nedenle materyalist felsefenin savunucuları, bilim karşısındaki yenilgilerini gizleyebilmek için devreye birtakım propaganda yöntemlerini sokuyorlar. Bunların başında ise, materyalist yayın organlarının beylik konusu olan "din-bilim çatışması" iddiası gelir. Bu iddiayı dile getiren kaynaklarda, dinin tarih boyunca bilime karşı olduğu, bilimin ancak din terk edildiğinde gelişebileceği gibi, cahil insanları etkilemeyi hedefleyen hikayeler anlatılır.

Oysa bilim tarihine biraz göz atmak bile, bu iddiaların yanlışlığını görmek için yeterli olacaktır. Günümüzde din ile bilim arasına sokulmak istenen bu zoraki ayrılık, bizzat bilimin kendi bulguları tarafından yalanlanmaktadır. Din bizlere evrenin yoktan yaratıldığını öğretmekte, bilim ise bu gerçeğin kanıtlarını bulmaktadır. Din bize her şeyi Allah'ın yarattığını öğretmekte, bilim ise yaptığı araştırmaların sonucu ile bu gerçeğin delillerini ortaya koymaktadır. Avustralyalı ünlü moleküler biyolog Michael Denton, Nature's Destiny (Doğanın Kaderi) adlı kitabının sonunda, "Bir zamanlar ateizmin ve kuşkuculuğun en büyük müttefiki sayılan bilim, nihayet ikinci bin yılı bitirmekte olduğumuz şu dönemde, bir zamanlar Newton'un ve onun taraftarlarının izlemiş oldukları gibi, antroposentrik inancın en büyük savunucusu haline gelmiştir." demektedir. Antroposentrik inanç, Allah'ın dünyayı insan için yarattığı inancıdır.

Denton'un da belirttiği gibi bilimin ortaya koyduğu bu sonuçlar, giderek daha fazla bilim adamının Allah'a samimi bir biçimde inanmasını sağlamaktadır. Ünlü Amerikalı biyokimyacı Michael Behe "Yaratıcı'nın varlığına inanan bilim adamları popüler medya hikayelerinin anlattığından çok daha fazla sayıdadır; genel nüfusun % 90'ını oluşturan inançlıların, bilim adamları arasında farklı olduğunu düşündürecek bir neden yoktur" derken bu gerçeği ifade eder.

Materyalist ve ateist çevreler ne kadar çaba gösterirlerse göstersinler, açık olan bir gerçek vardır: Bilime konu olan tüm varlıkları ve sistemleri yaratan Allah'tır. Dolayısıyla din ve bilimin, samimi ve akılcı olarak uygulandıkları sürece, daima uyum içerisinde oldukları çok açık bir gerçektir.

Bu açık uyumun bir göstergesi de geçmişte ve günümüzde yaşayan, buluşları ile insanlığa önemli hizmetleri dokunmuş "iman eden bilim adamları"dır.

Bilimle uğraşan, yeni keşifler yapan, evrenin sırlarını açığa çıkarmaya çalışan bir bilim adamı, aslında Allah'ın yarattığı tasarımları derinlemesine inceleyen, ondaki detayları fark etmeye ve yakalamaya çalışan kişidir. İşte bu nedenle, dinle bilim ayrılmaz bir bütündür ve bilim adamı da, Allah'ın sonsuz gücünü, sanatını, yaratmasındaki benzersizliği ortaya koyan kişidir. Bu yüzden sanılanın aksine bilim adamları Allah'ın yarattığı tasarımlarla en çok ilgilenen bireyler olarak, Allah'ın varlığını, birliğini en derinden kavrayabilecek kişilerdir.

Batı'daki Dindar Bilim Adamları

Batı'daki pek çok dindar bilim adamı da, hem bilimin, dinle tam bir uyum içinde olduğunu göstermiş, hem de bilime ve insanlığa önemli hizmetlerde bulunmuşlardır. Newton, Kepler, Einstein gibi bilim tarihine yön veren ünlü bilim adamları yaptıkları gözlemler ve araştırmalar sonucunda evreni Allah'ın yaratıp, düzene koyduğunu ve evrenin Allah'ın hakimiyetinde olduğunu savunmuşlardır. Dahası, bilimin temel prensipleri inançlı kişiler tarafından ortaya atılmış ve modern bilimin doğuşunda dinin önemli bir rolü olmuştur.

Tüm zamanların en büyük bilim adamı olarak nitelendirilen Isaac Newton'un yaratılışa bakış açısı, aşağıdaki sözlerinde çok açık bir şekilde ifade bulmaktadır:

"Güneş sisteminin, gezegenlerin ve kuyruklu yıldızların harika sistemleri yalnızca akıllı ve güçlü bir varlığın kudretiyle sürebilir. Bu varlık yalnızca dünyanın ruhunu değil her şeyi yönetir, O Allah'tır."

Aynı şekilde ünlü bilim adamı Kepler'in de çalışmalarını, dini inançlarının yönlendirdiği bilinmektedir. Fizik ve kozmik fon radyasyonu alanında yaptığı çalışmalar nedeniyle 1978 Nobel fizik ödülünü alan Arno Penzias, Johannes Kepler hakkında şöyle bir açıklamada bulunmuştur: "Bir merkezin etrafında dönme fikri, inançlı biri olan Kepler'e kadar uzanmaktadır. Kepler Kutsal Kitaba inanan bir dindardı. Allah'a inanıyordu... O günden beri, yüzyıllar boyunca müthiş bir mücadele olmuştur. Umutlar hala bilim adamlarında. Kepler ise bu umudu inancından elde etmiştir."

Allah pek çok ayetle, yaratılmışlar üzerinde düşünebilmenin, Allah'tan gereği gibi korkup sakınmanın, O'nun büyüklüğünü, yüceliğini kavrayabilmenin bir yolunun "ilim sahibi olmak" olduğunu haber vermiştir. Bir Kuran ayetinde şöyle bildirilir:

"Göklerin ve yerin yaratılması ile dillerinizin ve renklerinizin ayrı olması, O'nun ayetlerindendir. Şüphesiz bunda, alimler için gerçekten ayetler vardır." (Rum Suresi, 22)